Ertuğrul Özkök, 'Beyaz Giyme' Şarkısının Popülerliğinin Nedenlerini Açıkladı
Spotify’a geçen cuma günü yeni bir şarkı yüklendi.
Adı “Beyaz Giyme…”
“Mavi Gri” son iki yıldır çok sevdiğim bir grup.
Playlist'imde onlardan üç dört parça var.
Şimdi Anatolian Sessions ile birlikte “Beyaz Giyme” şarkısını müthiş bir DJ’lik başarısıyla partileme şarkısı haline getirmişler.
Bütün hafta sonu dinledim.
Bolu yöresinin bütün Türkiye’de bilinen bir türküsüdür.
İlk dört dizesi şöyledir:
“Beyaz Giyme toz olur
Siyah giyme söz olur
Gel beraber gezelim
Muradımız tez olur.”
Kutuplaşmış bir ülkede insanın kulağına ne kadar hoş geliyor bu sözler...
“Beyaz” kelimesinin sözlükteki eş anlamlarına baktım.
Biri de “ak…”
Yani şarkıyı “Ak Giyme” olarak da söyleyebilirsiniz isterseniz.
Bundan 23 yıl önce “beyaz” rengine “ak” deyip, tertemiz bir anlam yükleyerek yola çıkan bir hareketin bugün geldiği noktaya baktığımız zaman renklerin manasını nasıl kaybettiğini de görüyoruz.
Meğer o söz doğruymuş.
Renkler arasında kirlenme yarışı başladığında, birinciliği beyaz alır.
Peki neydi bu 23 yılda “ak” rengini böylesine çamaşır makinasına muhtaç eden yanlışlar?
Çünkü o rengin altına iki “kutsal” söz eklenmişti.
“Adalet” ve “kalkınma…”
O nedenle de yıllarca medyaya “AKP değil, AK Parti yazın” diye baskı yapılmış ve “AKP” diyenler neredeyse cezalandırılmıştı.
Bugün artık kimse “AKP’ye AK Parti deyin” diye bir ısrarda bulunmuyor.
Çünkü “ak” kelimesine mana veren o iki kavramdan, yani “adalet” ve “kalkınma” kelimelerinden ne adalet kaldı ne de kalkınma.
İşte “Beyaz Giyme” şarkısını “ak giyme” gibi dinliyoruz.
Sadece şarkılar değil.
Anketler de “AK’ın” hızla zemin kaybettiğini gösteriyor.
Geçen gün bir gazete, şubat ayında yapılan 5 anketin ortalama sonucunu verdi.
Türkiye’de her 10 kişiden 6’sı artık Erdoğan’ı cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istediğini söylüyor.
“Kalkınma” kelimesinin irtifa kaybetmesinin nedeni belli.
Hayat pahalılığı, enflasyon, üretimin ve yatırımların gerilemesi…
Hepsi somut yanlış kararların ürünü.
İyi de “adalet” kavramı nasıl oldu da bu kadar irtifa kaybetti?
Hafta sonunda bir şey çok dikkatimi çekti.
Yemek yazarı Vedat Milor hakkında soruşturma açılması haberinin algılanışı çok ilginçti.
Konuştuğum insanların neredeyse tamamı Milor’a savcılıkça soruşturma açıldığını zannediyordu.
Oysa soruşturmayı açan savcılık değil, Ticaret Bakanlığı'ydı.
Ama son günlerde iyice sulandırılan ve sonunda TÜSİAD yöneticilerine dava açmaya kadar giden adli uygulamalar…
Ekrem İmamoğlu hakkındaki akılalmaz yol kesme girişimleri böyle bir algıya yol açtı.
Hiç şüpheniz olmasın ki, bu algının ortaya çıkmasında, her uygulama öncesinde verdiği demeçlerle “yargıyı yönlendirme” izlenimi yaratan Adalet Bakanı'nın da sorumluluğu vardı.
Yani bugün bütün anketlerde yargı sorunu neredeyse ekonominin altında ikinci sırayı aldıysa, bunun oluşmasında bizzat Adalet Bakanlığı mensuplarının da büyük katkısı var.
Adalette “beyazın üzerine toz konmaya” başladıysa eğer, vatandaş olarak, adında “adalet” kelimesi olan iktidar partisinin bunu konuşmasını beklemez misiniz?
Ama bakın daha geçen ay partinin büyük kongresi yapıldı.
Bu kongrede “adalet ve yargı” ile ilgili sorunlardan tek kelime edildi mi?
Parti teşkilatının yüzde 70’ini değiştirmekle övünen bir kongre, partinin fabrika ayarlarındaki en önemli iki unsurdan birine ilgisiz kalamaz, kalmamalı.
Anketler de gösteriyor ki, partinin tabanı ilgisiz de değil.
Çünkü son bir yılda konuştuğum bir çok AKP’li, adalet ve yargının durumundan en az benim kadar şikayetçi.
Ama konu partinin tabanındaki bu şikayetin kongre kürsüsüne taşınmasına gelince, nedense şalter indiriliyor.
Söyler misiniz hangi vicdan sahibi AKP’li, devletin resmen hala “terör örgütü” dediği PKK'nın lideri Abdullah Öcalan’a özgürlük konuşulurken, Osman Kavala’nın adını bir kere bile telaffuz etmez?
Ayşe Barım’a, Can Atalay’a, Çiğdem Mater’e ve öteki Gezi tutuklularına yapılan muameleyi dile getiremez?
Hangi vicdan sahibi, sırf eleştirel haklarını kullandıkları için 5 yıla kadar ağır ceza istemi ile iki TÜSİAD yöneticisine dava açılmasına tek kelime etmez?
Daha da acısı bu umursamazlığın öteki partilere yayılması.
Öcalan açılımı ile Kürt vatandaşlarının haklarını da tartışmaya açarak Türkiye’ye büyük hizmet yapan Devlet Bahçeli ve MHP’nin de ülkenin Türk vatandaşlarına yapılan haksızlıklar konusunda sessiz kalmasını anlamıyorum.
Ya DEM?
Hukuki hiçbir kıymeti olmayan bir iddianame ile 7 yıldır resmen hapiste çürütülen bir Türk aydını için söyleyecek tek kelimeleri, telaffuz edilecek tek duyguları yok mudur?
O Osman Kavala ki, bütün hayatı boyunca Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının hakları için mücadele eden bir demokrattı.
Onu yakından tanıyan Sırrı Süreyya Önder’in bu arkadaşına karşı en küçük vefa duygusu yok mudur ki, bu süreçte adını bir kere bile telaffuz etmez?
Özgürlükleri ve hakları, adaleti ve yargıyı sıraya mı koyacağız yani?
Önce Kürtlere özgürlüklerini verelim, sonra sıra Türklere de gelir…
Sivil Anayasamızın “yeni timing’i “ bu mudur?
Bulgaristan göçmeni babam ben doğduğumda kulağıma şunu fısıldamış:
“Oğlum biz Türküz. Burası bizim son vatanımız. Gidecek başka vatanımız yok…”
Hiç gitmedi kulaklarımdan bu cümle.
İşte bana kalan son vatanda özgür Türk olarak yaşamak istiyorum.
Haklarımın bağımsız ve tarafsız bir yargı tarafından güven atında tutulduğu bir vatan fikridir bu.
Hiçbir zaman Kemalist olmadım.
Ama içimde her yıl büyüyen bir Atatürk var.
Hiçbir zaman “ulusalcı” olmadım.
Solcu arkadaşlarımın bir bölümü “enternasyonalizm” diye slogan atarken ben milliyetçilik duygusunu hiçbir zaman ayaklarımın altına almadım.
Çünkü o duygu benim için hepimizin sevgiyle, güvenle, mutlulukla bağlı olduğu bir vatan sevgisinin ve sadakatin ifadesiydi.
O yüzden bugünlerde çevremde gördüğüm herkese şunu soruyorum:
“85 milyonluk bu ülkede herkese özgürlük isteyen Türk milliyetçisi olarak bir tek ben mi kaldım yani?”
Ben mi kaldım ki, Abdullah Öcalan’a özgürlüğün konuşulduğu şu gün Osman Kavala’nın, Çiğdem Mater’in, Can Atalay’ın özgürlük hakları da konuşulsun diye haykırıyorum?
Bir tek ben mi kaldım ki, Öcalan’la görüşmeye gidenler pek ağızlarına almazken, haksız yere hapiste tutulan bir Kürt siyasetçi, Selahattin Demirtaş’a da özgürlük diye haykırıyorum?
Bu ülkenin yurtsever Türk aydınları özgürlüğü Abdullah Öcalan’dan daha az hak etmiyor.
Yani arkadaş…
Türk milliyetçisi son Mohikan ben mi kaldım bu ülkede?
MHP’lilere de soruyorum.
Ve Devlet Bey'e sağlık dilerken, “Bir açılım da cezaevlerindeki Türk aydınlar için yapın” diyorum.
Haber Merkezi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.